31 Aralık 2015 Perşembe

RİCALİ GAYB

RİCALİ GAYB
Şeyh Alâüddevle Semnanî şöyle der:
— Gaybda üç zümre müşâhede ettim. Gönlüm onlara meyletti. Selâm verdim. En güzel şekilde cevap verdiler ve en güzel şekilde ‘Merhaba’ dediler. Sözlerinin güzelliğini, hâllerinin sıhhatini çok beğendim. Onların mensubiyetlerini araştırdım, dediler ki: ‘Biz sufileriz. Yedi tabakamız vardır: Tâlibler tabakası, müridler tabakası, sâlikler, sâirler, tâirler, vâsıllar tabakası. Yedincisi kutub’dur ki, her zamanda bir tane bulunur. Onun kalbi Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in kalbi üzredir. Abdâl’ler kutbunun kalbi de İsrâfil’in kalbi üzredir. Aynı şekilde gökte de güney kutbu ve kuzey kutbu olmak üzere iki kutub vardır. Güney kutbuna en yakın yıldız Süheyl yıldızıdır. Kuzey kutbuna en yakın yıldız da kutup yıldızıdır. Allah aynı şekilde yeryüzünde de iki kutub koşmuştur. Her birine de mertebeleri yakın etmiştir. İrşad kutbunun mertebesi Süheyl yıldızının mertebesidir. Işığı ve faydası bakımından en büyük yıldız budur. Abdâl’ler kutbunun mertebesi de kutup yıldızının mertebesidir. Bu da insanların çoğunun gözlerinden gizlidir.
Abdâl’ler, üç yüz altmış kadardır.
Bunların eşleri, çocukları, geçimleri malları, mülkleri vardır.
Hazreti Peygamber’den rivâyet edilen bir sahih hadiste:
— Hiçbir peygambere bana edildiği kadar ezâ edilmemiştir, buyurmuşlardır.
İnsanlar peygambere ettikleri gibi, bunlara da hased ederler, ezâ ederler. Bunlar halkı Hakk’a çağırma hususunda peygamberlerin halifeleridirler. Bunları hiçbir kimse hakkıyla tanıyamaz. Ancak kalblerini Allah’ın nurlandırdığı kimseler tanırlar. .Bunlar “el Mürid” isminin delâletiyle bilirler. O bunları basiret gözünü aydınlatıcı nur ile tanır. Onlar kendi kubbeleri, yani örtüleri altındadırlar. Bunlardan her birinin insanlık gereği olan şeylerden kubbeleri vardır ki, bu suretle yabancıların gözlerinden gizlenirler. Kim irşad kutbunu ve halifesini bilirse, müridler zümresine dahil olur.
Abdâl’lerin altı tabakası vardır. Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in hadisinde buyurulduğu gibi:
— Allah’ın üçyüzleri vardır ki, kalbleri Âdem Aleyhisselâm’ın kalbi üzredir. Kırkları vardır ki, kalbleri Musa Aleyhisselâm’ın kalbi üzredir. Yedileri vardır ki, kalbleri İbrahim Aleyhisselâm’ın kalbi üzredir. Beşleri vardır ki, kalbleri Cebrâil Aleyhisselâm’ın kalbi üzredir. Üçleri vardır ki, kalbleri Mikail Aleyhisselâm’ın kalbi üzredir. Birleri vardır ki, kalbleri İsrâfil Aleyhisselâm’ın kalbi üzredir. Birler öldüğü zaman Allah üçlerden birini onun yerine koyar. Üçlerden biri öldüğü zaman Allah onun yerine beşlerden birini, beşlerden biri öldüğü vakit yedilerden birini, yedilerden biri öldüğü vakit kırklardan birini, kırklardan biri öldüğü vakit de üçyüzlerden birini onun yerine getirir. Üçyüzlerden biri öldüğü vakit Allah kullarından birini onun yerine koyar. Allah birçok belâları onlar hürmetine bu ümmetten kaldırır.
Biz bunların varlığına, mertebelerine, tabakalarına, sayılarına yakînen inanırız. Onların tayy-ı mekân, su üzerinde yürümek, uzun mesafeli denizlerden köprüsüz ve gemisiz aşıp geçmek, insanların gözlerinden gizlenmek, dar ve dolu yerde bedenleri başkalarının bedenlerine dokunmamak şartıyla toplanmak gibi kerâmetlerini gördük. Bunların hiçbir kimseye zulmü asla görülmemiş, mecliste Kur’an’ı yüksek sesle okurlarken sesleri duyulmamış, gök ehli arasında şiir söylerken, zikrederken, ağlarken görülmemişlerdir. Bunlar çirkini temize çevirmişler, muhtaçları her zaman kendilerine tercih etmişler, kendileri için sarf etmekten şiddetle sakınmışlardır. Onların yeme, içme, giyinme, traş olma, ahlâk, edeb, arkadaşlık hususlarında sîretleri (yani tuttukları yol), sufılerin sîretleri gibidir. Bana göre, sufiler, bu sîretlerini bunlardan almışlardır. Bunlar, dünyada insanların sâkin oldukları ve dörtte bir miktarında olan yerler içinde beldeleri dolaşırlar.
Bunlar senede iki defa toplanırlar. Biri Arafat’ta, diğeri Receb ayında. Receb’deki toplantıyı nerede emr olunurlarsa orada yaparlar. Onların insanlar arasında büdelâsı (abdâl’leri) vardır. Onlar onları tanırlar, fakat büdelâ onları tanımazlar.
Hazreti Peygamber zamanında Hilâl, büdelâyı seba’dan (yedi abdâl’dan) idi. Onu hakikî vechesiyle kimse tanımazdı. Ancak müslümanlardan her zamanda bir kişi tanır. Bu “bir” olursa Allah’ın emriyle diğer “bir”le sohbet ederler. Ashâb-ı kiram ile Hazreti Peygamber arasındaki bu “bir”, Huzeyfe bin Yeman (Radıyallahu Anh) idi ki Hazreti Peygamberin onlara selâmı, onun vasıtasıyla ulaşırdı. Ashâb-ı Kiram Resulullah huzurunda toplanırlar, hep beraber namaz kılarlar ve dinin esaslarını öğrenirlerdi. Fakat onların her birinin kim ve ne olduklarını Huzeyfe’den başka kimse bilmezdi. Huzeyfe (Radıyallahu Anh) Ashâb-ı Kiram arasında “Resulullah’ın sır dostu” diye bilinirdi. Bunlar peygamberlere uyarak, şeriatlarına sarılıp iki şehâdet kelimesini ikrar ile memurdurlar.
Hazreti Peygamber zamanındaki kutub İsâm el-Karanî idi ki, Üveys el-Karanî’nin amcasıdır. Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem zamanında “Allah” ism-i celâliyle tahsis olunan Uluhiyet tecellisinin özel mazharı idi. Üveys el-Karanî de Rahman tecellisinin özel mazharı idi. Bu sebeple Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
— Şüphesiz ki ben Rahman’ın nefesini Yemen taraflarından duyuyorum, buyurmuşlardır. Allah onu vefât ettirdiği zaman namazını İbni Atâ el-Garkî kıldırmıştır. Gark, Mekke ile Yemen arasındaki bir kasabanın ismidir.
Kutuplar, insanlık hususunda bizim gibidirler. Yerler, içerler, hasta olurlar, tedavi olurlar, nikâhlanırlar… Bunlar abdâl tabakasına girmeden evvelki hâlleridir. Çocukları, evleri, malları, mülkleri vardır. Fakat halk zemininden çıkıp ebdâl dairesine girdikten sonra, terkettikleri bu şeylere artık dönmezler. Bu gibi şeylerde tasarruf etmezler. Kadınları ve çocuklarıyla konuşmayı terk ederler. Fakat onları gayet iyi bilirler ve nikâh sünnetine riâyete son derece özen gösterirler. Kendi dairelerine bir bekâr girse, bir hafta içinde evlenmesini temin ederler. Genç, helâlliğinin hakkını verir ve kalben mâsivâ muhabbetini terkeder, fakat ailesi onu tanımaz. Bunlar, Hazreti Peygamber’den gelen sünnetlere son derece riayet ederler. Ben bunların her tabakasına daha onlarla teşerrüf etmeden önce güzel isimler verdim. Seçkin kimseler olarak tanıdım ve tanıttım. Birinci tabakaya “ebdâl” dedim. Çünkü Allah onların yerine şehadet ehlinden bedeller koyuyor. İkinci tabakaya “ebtaal” dedim. Kahramanlar demektir. Üçüncüsü “sebbâh” (yüzücüler), dördüncüsü “evtâd” (direkler), beşincisi “efzâz”, altıncısı “kutub” dur.
Bunlar halk arasında çarşılarda alışveriş ederler, çarşılara girerler, yiyecek, giyecek, ilaç ihtiyaçlarını alırlar. Hiçbir kimseden saklanmazlar. Ancak kendilerini arayanlardan gizlenirler. Evlerinde çok eğlenmezler. Ancak hastalanırlarsa evlerinde kalırlar. Birçok rahatsızlıklarını kendileri tedavi ederler. Hamama gittikleri vakit ücretini verirler. Ebdâl ve ebtaal tabakaları devamlı olarak değişir. Bu tabakaların kardeşleri çoktur. Kutub ise makamında sâbittir. Ömrü uzundur. İlyas ve Hızır Aleyhisselâm’lar birçok vakitlerinde onunla sohbet ederler, saygı gösterirler, hayır dua ederler. Namazda ona imam olurlar.
Hızır Aleyhisselâm onların paralarının sarfedicisidir. Yiyecek, giyecek ihtiyaçlarını temin eder. İlyas Aleyhisselâm’ın ve ashâbınınkini de aynı şekilde temin eder.
İlyas, Hızır’ın dedesinin amcasıdır. Hızır ona hizmet eder. Hızır Aleyhisselâm Kutbül ebdâl’dir. Ashâbı ona, tilmizlerin üstadlarına hürmet ettikleri gibi hürmet ederler. O uzun boylu ve başı büyükçedir. Az konuşur. Devamlı murakabe hâlindedir. Vekarlı, temkinli ve heybetlidir. Nice ilimlerin ve mârifetlerin sahibidir. Açık kerametleri çoktur. Hazreti Mustafa’nın şeriatına tâbidir. Onun sünnetine hakkıyla riâyet eder. İlyas ve Hızır Aleyhisselâm’lar, insanları bugün de sünnetine uyarak, emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederek Hazreti Mustafa şeriatına davet etmektedirler. İlyas ve Hızır’ın varlığını inkâr eden cehâletinin fazlalığından, peygamberiiklerini inkâr eden de bunlardaki nübüvvet mührünün noksanlığından dolayı, ihtiyat ederek, aklının azlığından inkâr eder. Bunlar şehâdet ehlinden, Ricâl-i Gayb’dan olmayanlardan bazılarıyla da Allah’ın emriyle sohbet ederler.
Hızır Aleyhisselâm’ın üç sıfatı vardır: Abdiyet (kulluk), Allah’ın dininden verilmiş bir rahmet ve ledünni ilme sahib olmak. Kitab-ı Mübin buna: “Kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona indimizden bir rahmet hediye etmiş, ledün ilmiyle de bilgilendirmiştik” (Kehf, 65) ayet-i celilesiyle işaret eder.
O, sık sık hastalanır. Kendi kendisini tedavi eder. Allah Teâlâ onun dişlerini Hâtemül Enbiyâ Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in dünyaya teşrifınden evvel beşyüz senede bir yeniler, vücuduna ayrı bir kuvvet verirdi. Hâtemül Enbiyâ’dan sonra ise yüz yirmi senede bir yenilemektedir. Ecelinin tamamlanması da, Allah’tan ümit ederiz ki müslümanların işinin düzelmesi, “iyiliği emretme, kötülükten sakındırma” sancaklarının bütün âlemden çekilmesinden sonra olur.
Hızır Aleyhisselâm güzel ahlâklı, eli açık, halka gayet şefkatli, bol sadaka veren, Allah’tan kendisine bir ikram olarak kimya (alşimi) ilmini bilen, Allah’ın bildirmesiyle dünya hazinelerini bilen, ihtiyacı olanları Allah’ın emriyle kendisine ve hizmetinde bulunan on arkadaşına tercih eden, Allah’ın emriyle yeryüzünü dolaşan örtülülerdendir. Yine onların, yukarıda ebdâlin hâlini anlatırken zikrettiğimiz şekilde, gözle görülen birçok kerametleri vardır.
Hızır Aleyhisselâm’ın evlilikleri çoktur. Evlâdı da çoktur. Bugün yeryüzünde evlâdı kalmamıştır, izdivacı da terk etmiştir. Evlâdı ve eşleri onun Hızır olduğunu bilmezler. Nikâh akdi esnasında kadıya, “Ben Mağrib’liyim” der, eşi kendinden evvel vefât eder. Mirasını muhtaçlara dağıtır. Çarşılara girer, insanların içine dalar, tellal kılığında insanlarla alışveriş eder. Çoğunlukla Mina ve Arafat’ta bulunur. Yemesi ve uykusu azdır. Güzel sesi sever.
Semâda büyük vecd sahibidir. Bir gündüz ve bir gece mânevi sarhoşluk hâlinde kaldığı çoktur. Bazı salihlerin meclislerine girer ve Allah’ın emriyle onlarla sohbet eder. Bazı vakitlerde onlara para ve elbise gibi şeyler verir, binek verir. Bazen borçlanır, elindekileri rehin bıraktığı olur. Kısacası, bu gibi halleri ve kerametleri çoktur.
Birçok haller vardır ki, sadece ona mahsustur. Fârs evlâdındandır. Şiraz’a iki fersah mesafedeki bir beldede doğmuşur. Bu belde bugün Sebha diye bilinir. Peygamber Efendimiz’e vahiy gelmeden önce ve geldikten sonra kendini tanıtmadan sohbet eylemiştir. Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, ondan birçok sözler rivayet etmiştir. Meselâ: “Bir kimse eğer kendi görüşünü beğenerek ısrarla sarılmışsa ona hüsran olarak kâfidir, zararı tamamdır.”
Yine: “Kim Allah Muhammed’e salât etsin, derse, Allah muhakkak onun kalbine hayat verir, yardım eder ve kalbini nurlandırır.”
Yine Hızır Aleyhisselâm şöyle demiştir:
“Ben ve İlyas bin Sam, İşmûil ile beraberdik. (İşmûil de Beni İsrâil peygamberlerinden biridir.) Düşmanları onu denizin bir tarafına sıkıştırmışlardı. O ashâbına dedi ki: ‘Allah Muhammed’e salât etsin deyin. Bunu devamlı olarak söyleyin.’ Ashâbı bunu ve tekrar etmeye devam ettiler. Düşmanları hezimete uğrayıp denizde boğuldular. Bütün bunlar bizim huzurumuzda oldu.”
Hızır Aleyhisselam ve ashabı, vecd sahibi oldukları için çok ağlarlar. İyisiyle kötüsüyle bütün insanlar, onu severler. Onları sevdikleri için fakir ve miskinleri gözetirler, yardım ederler. Peygamberleri de ancak bunların ashâbı ve talebeleri severler. İnsanların kalblerine işleyen bu Hızır, İlyas ve ebdâl sevgisi, onların insanların gözlerinden gizlenmeleri sebebiyledir. İnsanlar onların kemâlâtını (olgun hallerini) işitirler, fakat hallerini, tavırlarını görmezler. Görmez misin ki insanlar bir zamanlar hayatlarında ezâ ettikleri şeyhlerin kabirlerini, şimdi nasıl ziyaret ediyorlar? Birçokları kendi zamanlarındaki peygamberlere de böyle ezâ etmişlerdir.
Hızır Aleyhisselâm ile kutbun, zâlim elinden mazlumu çekip kurtarırlarken türlü ezâlara uğradıkları çoktur. Bunun misâllerinden birisi: İki hammal Medîne-i Münevvere’de taşla kavga ettiler. Taş da Hızır Aleyhisselâm’ın başına isabet ederek, mübarek başını yardı. Soğuk da aldığı için üç ay kadar yarası iyileşmedi. Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den rivayet edilen sahih hadiste: “İnsanların en çok belâya maruz kalanı nebîlerdir. Sonra velîler, sonra onlara en çok benzeyenler, sonra onlara en çok benzeyenler,” buyurmuştur.
Allah’ım, bizleri afiyet içinde yaşat, afiyet içinde vefat ettir. Büyük fazlın ile afiyet içinde haşret

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder